Gazze’nin Külleri Arasında BM’nin İtibarı Kaldı mı?
Birleşmiş Milletler… Adında “birlik” geçiyor ama içinde bölünmüşlüğün yankılandığı dev bir yapı. 1945’te kurulduğunda insanlık, iki dünya savaşının yorgunluğunu derinden hissediyordu. “Bir daha asla” cümlesi, o dönem yalnızca bir dilek değil, aynı zamanda tarihin en içten duasıydı. BM, bu duanın kurumsal hali olarak doğdu. Ama bugün 2025 yılındayız ve hâlâ aynı soruyu soruyoruz: Birleşmiş Milletler görevini yerine getiriyor mu?
Dünyanın dört bir yanında yangınlar var. Suriye hâlâ yanıyor, Yemen açlığa terk edilmiş, Ukrayna savaşla, Gazze ise enkazla mücadele ediyor. Afrika’nın pek çok bölgesinde silahlar susmuyor, Latin Amerika uyuşturucu kartellerinin gölgesinde adalet arıyor. Bu manzaranın ortasında BM Güvenlik Konseyi’nde bir ülkenin vetosu ile koca bir dünya susturulabiliyor. Milyonların kaderi, beş ülkenin siyasi çıkarları arasında sıkışıp kalıyor.
Bu tablo, BM’nin yapısal açmazlarını gözler önüne seriyor. Barışı sağlamak için kurulan bir kurum, çoğu zaman sadece “endişe” bildirmekle yetiniyor. Oysa dünya sadece “kınama” ile değiştirilemez. Gerçek bir irade, gerçek bir müdahale gerekiyor. Ama BM, bu noktada çoğu zaman etkisiz bir seyirciye dönüşüyor.
İnsani yardım konusunda BM’ye hakkını teslim etmek gerekir. Dünya Gıda Programı, UNICEF, WHO gibi alt kuruluşlar, birçok kriz anında hayat kurtarıcı oldu. Depremler, salgınlar, göç krizleri, kıtlıklar… BM burada varlık gösterdi. Ama bu yardımlar çoğu zaman bir yara bandı etkisi yaratıyor. Krizin kökenine inmeden yapılan her müdahale, sadece semptomları bastırıyor. Oysa BM’nin asıl görevi, krizleri başlamadan önlemekti. Ve bu görevde sınıfta kaldığı ortada.
İklim değişikliği ise BM’nin en görünür çaba gösterdiği alanlardan biri. Paris Anlaşması gibi girişimler umut verici. Ama orada da sorun şu: Taahhütler havada kalıyor. Ülkeler söz veriyor ama uygulamıyor. BM ise bu süreçte bir hakem değil, bir gözlemci gibi davranıyor. Oysa zaman gözlem yapma zamanı değil; artık müdahale zamanı.
İnsan hakları? Çin’de Uygur Türkleri, Myanmar’da Arakanlı Müslümanlar, İran’da baskı gören kadınlar ve Gazze’de bombalar altında yaşam mücadelesi veren siviller… BM çoğu zaman bu sahnelere karşı sessiz. Bu sessizlik, kimi zaman tarafsızlık, kimi zaman diplomasi olarak sunuluyor. Ama unutmayalım: Zalim karşısında susmak, çoğu zaman ortak olmak demektir.
Ve asıl mesele şu: Bu yapı nereye kadar devam edebilir?
BM’nin en büyük açmazı belki de dünyayı gerçekten “birleştirme” idealini kaybetmiş olması. Ülkeler bu yapının çatısı altında yalnızca kendi çıkarlarını kolluyor. Güçlü olanın sesi daha gür çıkıyor. BM ise bir anlamda, küresel güç mücadelesinin diplomatik arenasına dönüşmüş durumda. Oysa bu yapı, insanlık için bir umut olmalıydı.
Bugün geldiğimiz noktada şu soruyu açıkça sormak zorundayız: Birleşmiş Milletler hâlâ insanlığın vicdanı mı, yoksa küresel sistemin makyajı mı? Barışı inşa eden bir irade mi, yoksa savaşları “kınayan” metinlerin üreticisi mi?
Bu soruların en yakıcı karşılığı ise bugün Gazze’de veriliyor.
Gazze’nin Külleri Arasında BM’nin İtibarı Kaldı mı?
Gazze’de olanlar sadece bir coğrafyanın dramı değil, aynı zamanda uluslararası sistemin, özellikle de Birleşmiş Milletler’in iflasının sembolü. 50 – 60 bin insanın öldüğü, yüz binlercesinin evsiz kaldığı bir trajedide, BM sadece açıklamalarla yetiniyor. Ne bombaları durdurabiliyor, ne yardım konvoylarını koruyabiliyor, ne de sivilleri…
Üstelik bu trajedi sadece sivilleri değil, BM’nin kendisini de hedef alıyor. BM çalışanları hayatını kaybediyor, yardım konvoyları vuruluyor, sağlık tesisleri yok ediliyor. Ve yine de Güvenlik Konseyi’nden çıkabilen tek şey: Sessizlik.
Bunun nedeni herkesin bildiği o meşhur yapı: veto sistemi. ABD, İsrail’e yönelik her kararı veto ediyor. Ve bu tek ülkenin iradesi, milyonların hayatından daha ağır geliyor. Adalet mi bu?
Son dönemde BM’nin içinden de çığlıklar yükseliyor. İstifa eden bazı yetkililer, artık bu yapının “uluslararası hukukun mezarına dönüştüğünü” açıkça söylüyor. Eleştiri sadece dışarıdan değil, içeriden de geliyor.
BM hâlâ mülteci kamplarını organize edebilir, gıda yardımı ulaştırabilir. Ama siyasal irade gerektiğinde eli kolu bağlı bir yapı olarak kalıyor. Çünkü veto sistemi, adaleti susturuyor. Ve bu sürdürülemez.
Reform artık yeterli değil; radikal bir yeniden yapılanma şart. BM, bugünkü haliyle 20. yüzyılın dünyasına ait. 21. yüzyılın sorunlarını çözemez.
Dünya Beşten Büyüktür: Washington’da Yankılanan Bir Slogan
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği o meşhur söz, “Dünya beşten büyüktür” yalnızca bir politik slogan değil artık. Bu söz, giderek daha fazla kişi tarafından adaletsiz bir küresel düzene karşı itirazın sesi olarak algılanıyor.
ABD bu söyleme doğrudan yanıt vermiyor. Resmî Washington sessiz. Ama bu sessizlik, fark etmeme değil; bilinçli bir suskunluk. Cümle kayda geçiyor, ama karşı çıkılmıyor. Çünkü cevap verilirse, meşruiyet kazandırılmış olur zihniyeti.
Amerikan basını ise bu ifadeyi küçümseyerek ya da çerçeveleyerek sunuyor. “Popülist söylem” deniyor. “Batı karşıtı duruş” deniyor. Ama bu küçümseme çabası bile, aslında bu sözün gücünü gösteriyor. Çünkü bir söz önemsizse, bu kadar analiz edilmez.
Üstelik Amerikan akademik dünyasında bu cümle çok daha farklı ele alınıyor. Harvard’da, Columbia’da yapılan panellerde artık şu soru soruluyor: Beş ülke, insanlığın kaderine hükmetmeye devam etmeli mi? Bu sistem sürdürülebilir mi?
Diaspora topluluklarında ise bu söz daha net yankı buluyor. Ortadoğulu, Afrikalı, Güney Asyalı göçmenler arasında Erdoğan’a duyulan sempati, bu sözle örtüşüyor. Çünkü “Dünya beşten büyüktür” sadece Türkiye’nin değil, tüm mağdur coğrafyaların duygusunu dile getiriyor.
Bu yüzden belki de BM binası hâlâ New York’ta olabilir, ama “adalet” kelimesi bugün daha çok İstanbul’da, Etiyopya’da ve Endonezya’da yankılanıyor. Ve evet, dünya gerçekten beşten büyük olabilir.
Dünyanın gözü önünde iki yüzlü siyaset
Birleşmiş Milletler, kuruluş idealleriyle bugün geldiği yer arasında devasa bir uçurum barındırıyor. Gazze’deki trajedi, bu uçurumun en net fotoğrafı. BM bugün hâlâ insanlık adına konuşabiliyor mu, yoksa sadece güçlünün dilini mi tekrarlıyor?
Bu yapının, sadece reformlarla değil, kökten bir yeniden yapılanmayla kendini güncellemesi şart. Aksi halde, BM adı büyük ama etkisi küçük bir organizasyon olarak tarihin rafına kaldırılabilir. Ve insanlık, yeni bir umuda, yeni bir kurumsal iradeye ihtiyaç duyduğunda BM’nin kapısını değil, başka bir yolun izini sürecektir.
Göstermelik Barışın Gölgesinde
İsrail-Filistin çatışması, Rusya-Ukrayna savaşı, Yemen’de bitmek bilmeyen iç karışıklıklar, Irak ve Suriye’de devam eden belirsizlik… Dünya, barış çağrılarıyla çınlıyor ama barışın kendisi hâlâ ortalarda yok. Sahada akan kan durmazken, ekranlarda diplomatik pozlar veriliyor. Barış konferansları düzenleniyor, açıklamalar ardı ardına geliyor, zirveler yapılıyor… Ama bunların çoğu, gerçek bir çözüm üretmekten çok, küresel güçlerin vitrini süslemekten öteye geçemiyor.
İki lider bir telefon görüşmesi yapıyor. Basına servis edilen karelerde gülümsemeler, tokalaşmalar, karşılıklı övgüler… ABD Başkanı ile görüşen liderlerin, bırakın dost olmasını, kardeş olduğunu bile duyuyoruz. Peki sonra? O kardeşliğin Filistinli çocuğa, Ukraynalı yaşlıya, Yemenli kadına, Suriyeli mülteciye bir faydası oluyor mu? İnsanlığa ne kalıyor bu dostluklardan?
Uluslararası ilişkiler sahnesi, artık bir gösteri merkezine dönüşmüş durumda. Oyuncular rollerini ezberlemiş. Barış isteyenler metni okuyor, savaş kışkırtanlar ise perde arkasından planlarını yürütüyor. Birleşmiş Milletler, her kriz karşısında “derin endişe” duyarken, büyük güçlerin çıkar çatışmaları yüzünden adım atamıyor. Sanki dünya beş ülkeden ibaretmiş gibi, veto hakkı barışın önüne geçiyor.
Amerikan dış politikası hâlâ çifte standartlarla dolu. Bir yanda demokrasi ve insan hakları dersi verilirken, diğer yanda kendi müttefiklerinin işlediği savaş suçlarına sessiz kalınıyor. Avrupa Birliği ise çoğu zaman sadece kınama bildirileriyle yetiniyor. Gerçekten barış mı isteniyor, yoksa mevcut düzenin devamı mı?
Barış, sadece silahların susması değildir. Adaletin sağlanması, mazlumun korunması, çifte standartların sona ermesi gerekir. Ama biz, her barış çağrısında yeni bir savaşın ön hazırlığını görüyoruz. Diplomatik masalarda verilen pozlar, çoğu zaman sahadaki adaletsizlikleri perdelemek için kullanılıyor diye de aklıma geliyor.
Bugün dünyada yaşanan krizlerin çözümü, samimi bir küresel irade gerektiriyor. Ancak bu irade, büyük güçlerin çıkar hesaplarına kurban edilmekte. Ve biz, yine olanı izlemekle yetiniyoruz.
Soruyoruz: Madem bu kadar dostsunuz, madem kardeşiz diyorsunuz; neden dünya bu kadar öksüz?
Kulaklarımız hâlâ sizde… Ama artık gözlerimiz daha açık, vicdanımız daha sorgulayıcı. Çünkü dünya diken üstünde barış bekliyor…
Abim birlesmis milletler su Iran da baski goren kadinlar icin birlesmese iyi olurdu.yoksa yerler Iran i..keske soylemeseydin;)))