Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İbrahim KURTULUŞ
İbrahim KURTULUŞ

Sevgili Michael Tannousis; New York Milletvekili

Sevgili Michael,

Amerikan Türk toplumunun endişeli bir üyesi ve uzun süredir ulusal onur, tarihsel doğruluk ve adalet konularında kamuoyu savunuculuğu yapan biri olarak yazıyorum. Sivil toplum liderleri ve kurumlarla yaptığım önceki mektup ve yazışmalarda, kamusal anma törenleri ve törensel etkinliklerle ilgili çağrılar da dahil olmak üzere, hassas tarih tartışmalarının gerçeklere, yasal ilkelere ve adalete dayanması gerektiğini sürekli vurguladım.

Bugün, sözde “Kıbrıs Bağımsızlık Günü”nü çevreleyen tek taraflı anlatılara güçlü bir şekilde yanıt verme ihtiyacı hissediyorum. Bu tür anmalar genellikle temel tarihsel bağlamı göz ardı ediyor ve Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru güvenlik endişelerini ve yasal haklarını göz ardı ediyor.

Tarihsel kayıtlar açıktır. 1960 tarihli anayasal çözüm, Garanti Antlaşması ile birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumlu yapısını ve Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların egemen eşitliğini, Kıbrıslı Türklerin kurucu ortak olarak haklarını güvence altına alarak korumak üzere tasarlanmıştı. Bu antlaşma uyarınca, Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık, anayasal düzeni yeniden tesis etmek için istişarede bulunma ve gerektiğinde harekete geçme hakları ve sorumlulukları bulunan garantör güçler olarak görevlendirilmişti. Bu yasal çerçeve, Kıbrıs’ın modern tarihinin temel taşı olmaya devam ediyor ve dürüst bir analizde göz ardı edilemez.

Ancak sonraki yıllar, Kıbrıslı Türklere yönelik kasıtlı şiddet ve sindirme kampanyalarıyla damgasını vurdu. Yunan cuntası unsurları ve Ulusal Muhafızlar’ın fraksiyonları tarafından desteklenen EOKA gibi aşırılıkçı örgütler, Kıbrıslı Türk sivilleri hedef aldı. Esas olarak Kıbrıslı Türkleri hedef alan şiddet yaygınlaştı ve Cumhuriyet’in özünü sarstı. Atina’da planlanıp adada gerçekleştirilen 15 Temmuz 1974 darbesi, basit bir siyasi kriz değil, Cumhurbaşkanı Makarios’u devirip enosis’i, yani tüm adanın Yunanistan ile birleşmesini zorlamak için doğrudan bir girişimdi. Bu darbe, Kıbrıslı Türkleri ciddi ve yakın bir tehlikeyle karşı karşıya bıraktı.

Bu dönemdeki vahşetin sicili trajik ve iyi belgelenmiştir. Kadınların, çocukların ve yaşlıların vahşice öldürüldüğü Muratağa/Maratha, Sandallar/Santalaris ve Atlılar/Aloa gibi köylerdeki katliamlar, silinmez izler bıraktı. Birleşmiş Milletler temsilcileri de dahil olmak üzere uluslararası gözlemciler, o dönemde bu suçları kınadı. Bu acıları kabul etmeden “bağımsızlığı” kutlamak, yalnızca eksik olmakla kalmaz, aynı zamanda kurbanların anısına da büyük bir saygısızlıktır.

Bu bağlamda, Türkiye’nin Temmuz-Ağustos 1974’teki askeri müdahalesi adil bir şekilde bir “işgal” olarak nitelendirilemez. Aksine, bu, 1960 Garanti Antlaşması kapsamındaki garantörlük haklarının meşru ve gerekli bir kullanımıydı. Amacı, anayasal düzeni yeniden tesis etmek ve Kıbrıs Türk toplumunu etnik temizlikten korumaktı. Bu yorum, Atina Temyiz Mahkemesi’nin 2658/79 sayılı Kararı tarafından desteklenmekte olup, asıl hukuka aykırılığın Yunanistan tarafından düzenlenen darbede yattığı sonucuna varmıştır. Bu hukuki ve tarihsel temeli göz ardı etmek, kayıtları çarpıtmak ve uzlaşmaya giden gerçek bir yolu baltalamak anlamına gelir.

Dahası, kaçırılan fırsatların sorumluluğu da Kıbrıs Rum liderliğine aittir. Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türkler tarafından büyük çoğunlukla desteklenen 2004 Annan Planı’nı reddetmesi, Kıbrıs sorununa federal bir çözüm olasılığının tek taraflı uzlaşmazlıklar nedeniyle sıklıkla göz ardı edildiğinin çarpıcı bir hatırlatıcısı olmaya devam etmektedir.

Son gelişmeler bu endişeleri derinleştirmektedir. Yunan F-16 savaş uçaklarının, özellikle anma törenleri sırasında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti toprakları üzerinde veya yakınında uçtuğu yönündeki haberler, iyi niyetli olarak yorumlanamaz. Bunlar, kamuoyunda benimsenen barış ve diyalog diliyle uyuşmayan kışkırtıcı eylemlerdir. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın da haklı olarak belirttiği gibi, bu tür askeri teçhizat gösterileri Kıbrıs Türk halkına yönelik bir gözdağı niteliğindedir.

Durum, üniformalı personelin “İyi Türk, ölü Türk’tür” gibi aşırıcı sloganlar attığı bildirilen geçit törenleri sırasında yaşanan rahatsız edici olaylarla daha da kötüleşiyor. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin çoklu roketatarlar da dahil olmak üzere yeni silah sistemleri edinmesi, güvensizlik ortamını daha da derinleştiriyor. Bu eylemler, düşmanlığı sürdürüyor ve Kıbrıs Rum tarafındaki bazı unsurların Kıbrıslı Türklerin egemen eşitliğini ve meşru haklarını kabul etme konusundaki isteksizliğini ortaya koyuyor.

Kısacası, yalnızca tekil ve sorunsuz bir ulusal anlatı sunan sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” anmaları, temel gerçekleri göz ardı ediyor: 1960’lardan bu yana Kıbrıslı Türklere yönelik uzun süreli şiddet ve hedefli kampanyalar, 1960 anayasası ve antlaşma çerçevesi ortak egemenlik ve garantörlük haklarını tesis etmiş olmasına rağmen.

Temmuz 1974’ten önce yaşanan katliamlar ve EOKA’nın uluslararası gözlemcileri tarafından belgelenen vahşetler göz önüne alındığında, anılacak ne var? 1960’ta kurulan anayasal düzen, takip eden yıllarda şiddet, aşırıcı kampanyalar ve nihayet adanın Yunanistan’a ilhakını amaçlayan bir darbeyle sarsılarak çöktü. Bu gerçeği görmezden gelen törenler düzenlemek, tarihin kutlanması değil, propaganda amaçlı bir faaliyettir; eski yaraları iyileştirmek yerine tuz basmaya çalışmaktır. Sorumlu ve etik bir anma, Kıbrıs tarihinin karmaşıklığını, tüm toplumların çektiği acıları ve adanın mirasını anlamak için merkezi öneme sahip yasal araçları ve yargı kararlarını kabul edecektir. Kıbrıslı Türkler, Türkiye ve gerçeğe değer veren herkes için asıl mesele açıktır: Kamu hafızası, Kıbrıslı Türklerin maruz kaldığı hedefli şiddet ve Türkiye’nin 1974’teki koruyucu eylemlerinin meşru dayanağı da dahil olmak üzere tüm geçmişi yansıtmalıdır.

Sahadaki gerçeklik, Kıbrıslı Rum liderliğinin bu tür törenlerle sergilemeye çalıştığı gerçeklerle uyuşmuyor. Aksine, bu gösteriler yalnızca Kıbrıslı Türklere ve Türkiye’ye karşı bir karalama kampanyası işlevi görüyor ve onların haklarını ve konumlarını gayrimeşrulaştırmayı amaçlıyor. Doğu Akdeniz’deki gerilimler artmaya devam ederken, yıldönümlerini kutlayan sivil toplum liderlerinin, editörlerin ve kurumların bu özel günlere dengeli ve adil bir şekilde yaklaşmaları zorunludur. Kıbrıslı Türklerin deneyimini kabul etmeden kutlamak, adaletsizliği sürdürmek ve daha derin bir ayrışma yaratmaktır. Sorumlu bir şekilde anmak, tüm mağdurları onurlandırmak, uluslararası hukuku korumak ve kalıcı ve adil bir çözüm olasılığına katkıda bulunmaktır.

Michael, avukatlık eğitimi aldın ve Bölge Savcısı Yardımcısı olarak görev yaptın. Olaylara ilişkin yorumunuzun gerçeklere ve kanıtlara dayandığına gerçekten inanıyorsanız, uygun platform seçici kamusal anma törenleri veya tek taraflı anlatılar değil, uluslararası mahkemelerdir. Davanıza güveniyorsanız, neden Uluslararası Adalet Divanı’na getirip argümanlarınızın hukuk önünde sınanmasına izin vermiyorsunuz?

Hatta şunu söyleyecek kadar ileri gideceğim: Başarılı olursanız, Yunan dünyası şüphesiz dünya çapında sizin onurunuza heykeller dikecektir. Ancak o zamana kadar, 1960 anayasal düzeninin çöküşünü görmezden gelen seçici söylemler ve törenler yalnızca propaganda işlevi görecek, hakikate değil.

Bu nedenle, Kıbrıs hakkında kamuoyunda konuşan herkesi doğruluk ve dengeyi benimsemeye; yalnızca Kıbrıslı Rumların bakış açılarını değil, aynı zamanda Kıbrıs Türk halkının meşru haklarını, korkularını ve özlemlerini de kabul etmeye çağırıyorum. EOKA gibi aşırılıkçı terör örgütlerinin elinde kaybedilen Türk hayatlarının acı dolu tarihi bir daha asla tekrarlanmamalıdır. Ancak bu tanımayla anma, kırgınlığı ve güvensizliği sürdürmek yerine barışa katkıda bulunabilir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER