Sayın Bakan Rubio,
Öncelikle, NATO müttefikimizin resmi adının Türkiye Cumhuriyeti olduğunu saygıyla belirtmek isteriz. Bu ismin sürekli kullanımı uluslararası protokolle uyumludur ve Türkiye’nin ulusal kimliğine duyulan saygıyı yansıtır. ABD-Türkiye ilişkilerinin karşı karşıya olduğu temel zorluk Türkiye’den değil, belirli lobi çıkarları tarafından öne sürülen önyargılı söylemlerden ve sınırlı stratejik bakış açılarından kaynaklanmaktadır. Türkiye’yi zayıflatmak, NATO’yu zayıflatır, ABD’nin stratejik çıkarlarına zarar verir ve İttifak içindeki anlaşmazlıklardan çıkar sağlayan düşmanları cesaretlendirir. Bu planlı kampanyalar, bölgesel güvenliği ilerletmek yerine, yalnızca Türk devletini ve halkını gayrimeşrulaştırmaya hizmet eder.
Ofisinize son zamanlarda gönderilen ve Türkiye’nin F-16 savaş uçağı alımına karşı çıkılmasını ve Türkiye’nin F-35 programına haklı katılımının yeniden değerlendirilmesini talep eden mektuplar, bu rahatsız edici tablonun bir göstergesidir. İçerdikleri argümanlar son derece hatalıdır, ABD yasalarına seçici bir şekilde atıfta bulunmakta ve Türkiye’nin NATO’nun en vazgeçilmez müttefiklerinden biri olmaya devam ettiği kritik gerçeğini gölgelemektedir. Türkiye Cumhuriyeti, İttifak’ın ikinci büyük ordusuna komuta etmekte, güney kanadını güvence altına almakta ve Afganistan’dan Suriye’ye, Libya’dan Karadeniz’e kadar uzanan operasyonların merkezinde yer almaktadır. ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack, Türkiye’yi “NATO’daki en büyük müttefikimiz” olarak doğru bir şekilde tanımlamış ve ABD’nin Birleşmiş Milletler Misyonu Danışmanı Morgan Ortagus, “Türkiye, bölgenin ve hatta dünyanın en önemli ülkelerinden biridir” vurgusunu yapmıştır. Türkiye’yi baltalama çabalarını kolektif güvenlik açısından bu kadar yıkıcı kılan şey, tam da bu vazgeçilmez roldür.
S-400 meselesine odaklanmak, hem bağlamı hem de sonuçları büyük ölçüde çarpıtıyor. Türkiye, bu sistemi, özellikle Patriot füze sistemi olmak üzere, ABD ve NATO alternatiflerine erişiminin yıllarca reddedilmesinden sonra uygulamaya koydu. Türkiye’yi cezalandırırken, Yunanistan, Slovakya, Beyaz Rusya, Mısır, Kazakistan ve Bulgaristan gibi NATO üyelerinin Rus yapımı S-300’leri -Hindistan, Beyaz Rusya ve Cezayir’in S400’lerini hiçbir sonuç doğurmadan kullanmalarına izin vermek, bu tür itirazların ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor. Dahası, Türkiye, S-400’lerin NATO sistemlerini tehlikeye atmamasını sağladı ve Türkiye’nin ortak ülke olarak F-35 programına 1,4 milyar dolardan fazla yatırım yaptığını ve kritik bileşenlerin kilit üreticilerinden biri olduğunu hatırlatmakta fayda var. Türkiye’nin programdan çıkarılması, yalnızca NATO birlikte çalışabilirliğini zayıflatmakla kalmadı, aynı zamanda ABD’nin üretim maliyetlerini de artırdı; bu da doğrudan Amerikan vergi mükelleflerine ve savunma çalışanlarına zarar veren bir sonuç. Temsilci Nicole Malliotakis gibi Yunan hükümetinde sürekli olarak görev alan Kongre Üyelerinin, aslında Amerikan işlerine ve ABD’nin stratejik duruşuna zarar vererek Yunanistan’a avantaj sağlamayı amaçlayan lobi faaliyetleri yürütürken, kendilerini ABD ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ediyormuş gibi göstermeleri özellikle endişe vericidir. Bu sesler, Türkiye’nin F-16 ve F-35 tedarikini engelleyerek, Lockheed Martin’in üretim hattını zayıflatmakta, binlerce Amerikan savunma sanayi işini tehdit etmekte, diğer Amerikan işlerine zarar vermekte ve ABD’nin ihracat rekabet gücünü zayıflatmaktadır. Türkiye, küresel olarak F-16’ların en büyük alıcısı olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin modernizasyon ve gelişmiş platformlara erişimini engellemek, Amerikan işçilerinin istihdamını engellemek ve bir NATO müttefikini alternatif tedarikçilere doğru itmek anlamına gelir; bu da yalnızca Rusya ve Çin’e fayda sağlayacaktır. Kongre Üyesi Nicolo Malliotakis, Türkiye’ye F-16/F35 satışını engellemekle kalmıyor, aynı zamanda Boeing’den 223 uçak satın alan Türk Hava Yolları’nın (THY) satın alımını da engellemeye kararlı görünüyor; bu hamle binlerce Amerikalının işine mal olacak. Eğer Türkiye düşmanı ekibine kalsaydı, siyaseti ABD’li işçilerin ve ABD’nin ekonomik çıkarlarının önüne koyarak işlemi tamamen durdururdu.
Türkiye’nin politikalarına yönelik seçici öfke, diğer ortakların çok daha önemli eylemlerini görmezden gelirken, uygulanan çifte standardı gözler önüne seriyor. Örneğin Hindistan, büyük miktarlarda Rus petrolü ithal etmekle kalmıyor, aynı zamanda ticari misilleme olarak ABD’ye posta hizmetlerinin çoğunu da askıya aldı. 25 Ağustos 2025 itibarıyla Hindistan Postası, ABD’ye paket teslimatlarını durdurarak, bütçe dostu ithalata bağımlı küçük ölçekli Amerikan işletmelerini sekteye uğrattı. Bu arada Hindistan, Çin ile stratejik tedarik zinciri bağlarını derinleştiriyor ve Rusya ile enerji iş birliğini güçlendiriyor. Benzer şekilde, Avrupalı ve NATO müttefikleri, yaptırımlara rağmen Moskova ile kapsamlı ticaretlerini sürdürüyor. Ancak Kongre Üyesi Nicole Malliotakis ve diğerleri, en sert eleştirilerini yalnızca NATO müttefikimiz Türkiye’ye saklayarak bu konularda sessiz kalıyorlar. Bu, Amerikan çıkarlarının peşinde koşmak değil; Kongre denetimi kisvesi altında Yunanistan’ın lobicilik hedeflerinin peşinde koşmak.
Üstelik, size yazılan bu mektuplarda Doğu Akdeniz sürekli olarak yanlış tanıtılıyor efendim. 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmaları’na aykırı olarak Ege adalarını askerileştirerek uluslararası antlaşmaları ihlal eden Türkiye değil, Yunanistan’dır. Deniz sınırları konusunda adil müzakereleri reddeden ve Birleşmiş Milletler destekli çözüm çerçevelerini reddetmeye devam eden Yunanistan’dır. Kıbrıs konusunda, Türkiye’nin 1974’teki müdahalesi bir “işgal” değil, Kıbrıslı Türklere yönelik etnik temizliği önlemek için meşru bir eylemdi. Dahası, Yunanistan ve Atina Temyiz Mahkemesi (Karar No: 2658/79), Türkiye’nin çıkarlarını ve Türkleri korumak için müdahalede bulunmasının askeri bir tepki değil, Yunanistan’ın darbe girişimi olduğu sonucuna vararak, asıl hukuka aykırı olanın bu olduğunu belirtti. Uluslararası toplum, Kıbrıslı Türklerin ezici bir çoğunlukla desteklediği 2004 Annan Planı’nı reddeden Kıbrıslı Rum yetkililerini henüz sorumlu tutmadı. Bu gerçekleri göz ardı ederek Türkiye’yi tek bir hedef olarak belirlemek, tarihi çarpıtmakta ve uzlaşma umutlarını baltalamaktadır.
ABD’nin, Hindistan ve Avrupa Birliği gibi ortakların Rusya bağlantılı işlemleri normalleştirmesine izin verirken, Amerikan çıkarlarına açıkça düşman olan İran’la diyalog kurduğunu hatırlatmakta fayda var. Steven Witkoff’un da belirttiği gibi, Ukrayna’ya Bayraktar İHA’ları sağlayan, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını Rus savaş gemilerine kapatan ve küresel bir gıda krizini önleyen Karadeniz Tahıl Girişimi’ne aracılık eden bir müttefik olan Türkiye ile yapıcı bir ilişkiye direnmek çelişkilidir. Bu, istikrarsızlaştırıcı bir aktörün değil, küresel istikrara katkıda bulunan sorumlu bir müttefikin davranışıdır.
İsrail’e gelince, bir kez daha Türkiye’nin saldırganlık peşinde koştuğu yönündeki karalama kampanyasına tanık oluyoruz; bu, Kongre Üyesi Nicole Malliotakis tarafından aktif olarak desteklenen bir yalandır. Türkiye’nin bölgedeki herhangi bir ülke olmadığı açıkça anlaşılmalıdır. Türkiye, NATO’nun en büyük ikinci askeri gücü olan 2 milyon askeriyle kendi egemenliğine saygı duymaktadır. Yaklaşık bir asırdır “Yurtta Sulh, Dünyada Sulh” ilkesiyle yönlendirilen Türkiye, sürekli olarak istikrar aramıştır. Oysa Başkan Donald Trump’ın da kabul ettiği gibi, “Türkiye güçlü bir askeri güce sahip.” Her egemen ulus gibi Türkiye de vatandaşlarını ve ulusal çıkarlarını savunma hakkına ve görevine sahiptir. İsrail de dahil olmak üzere herhangi bir devlet doğrudan tehditte bulunursa, Türkiye egemenliğini korumak için kararlılıkla hareket edecektir. Malliotakis ve Kongre’deki müttefikleri, ABD çıkarlarını ilerletmek yerine, NATO müttefikimizi gayrimeşrulaştırmayı amaçlayan koordineli bir karalama kampanyası yürütmektedir.
Sayın Bakan, Türkiye’nin ortaklığı isteğe bağlı değildir; NATO’nun gücü ve ABD ulusal çıkarlarının ilerlemesi için temel önemdedir. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu savunma kabiliyetlerini reddetmek, İttifak’ı zayıflatmak, rakipleri cesaretlendirmek ve NATO’nun dayandığı dayanışma ilkesine ihanet etmektir. Silah satışları ve savunma iş birliği, etnik şikayetlere dayanan lobi kampanyalarının esiri olmamalıdır. Stratejik gerekliliği, ittifak uyumunu ve karşılıklı faydayı yansıtmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri’nin güvenilir bir ortağı olmuştur ve olmaya devam edecektir. Yunan Temsilcisi Nicole Malliotakis liderliğindeki bu ortaklığı rayından çıkarma, Türkiye’nin F-16 filosunun modernizasyonuna devam etme ve daha fazla Amerikalıya iş imkânı sağlama stratejik zorunluluğu olarak Türkiye’yi F-35 programına yeniden dahil etme girişimlerine karşı koymanızı rica ediyoruz. Aksi takdirde, NATO’yu baltalamakla kalmayacak, aynı zamanda Amerikan dış politikasının Washington’ın lobi koridorlarında en yüksek teklifi verene satıldığına da işaret etmiş olacaksınız.

YORUMLAR