Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İbrahim KURTULUŞ
İbrahim KURTULUŞ

Chris Eyte’nin Türkiye’yi Yanlış ve Yanlı Sunumuna Bir Yanıt

New York Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosu Ahmet Yazal’ın Sessizliği

Chris Eyte’nin yazısı Türkiye’deki dini özgürlüklere dair tarafsız bir değerlendirme değildir; Türkiye Cumhuriyeti’ni gayrimeşru göstermeye ve Türk halkını karalamaya yönelik seçici, çarpıtılmış ve kışkırtıcı bir anlatıdır. “Analiz” olarak sunulan şey aslında iyi bilinen bir siyasi klişeden ibarettir: Türkiye’yi doğuştan hoşgörüsüz bir ülke gibi göstermek ve bunun için yedi yüzyılı aşkın birlikte yaşama kültürünü, bugün Hristiyan topluluklara sağlanan önemli güvenceleri ve Batı dünyasını saran yükselen İslamofobi dalgasını bilinçli şekilde yok saymak.

Osmanlı’dan modern Cumhuriyet’e uzanan 700 yılı aşkın süreçte Hristiyan topluluklar Anadolu topraklarında yaşamış, ibadet etmiş ve kültürel miraslarını korumuştur. Osmanlı İmparatorluğu, Fener Rum Patrikhanesi’ni, Ermeni Patrikhanesi’ni, Süryani kiliselerini ve sayısız Katolik ile Protestan cemaatini korumuştur. Bu dini kurumlar “baskı” yüzünden değil, imparatorluklardan cumhuriyete uzanan Türk devlet geleneğinin onların hukuki ve ruhani statülerini tanıması sayesinde varlığını sürdürmüştür. Bu tarihsel süreklilik bile “çok katmanlı bir yok etme politikası” iddiasını başlı başına çürütmektedir.

Bugünün Türkiye’si bu mirasın üzerine inşa edilmektedir. Türk hükümeti, İstanbul’daki Bulgar Aziz Stefan Kilisesi (Demir Kilise)—Türkiye ve Bulgaristan’ın ortak çalışmasıyla—Diyarbakır’daki Surp Giragos Ermeni Kilisesi, Demre’deki Aya Nikola Kilisesi ve daha birçok önemli Hristiyan ibadethanesini restore etmiştir. Ayrıca Cumhuriyet tarihinde ilk kez sıfırdan inşa edilen ve doğrudan devlet desteğiyle yapılan Mor Efrem Süryani Ortodoks Kilisesi gibi yeni kiliseler de hayata geçirilmiştir. Bölgedeki hiçbir ülke böyle bir sicile sahip değildir.

Türkiye’de Hristiyan yaşamı yalnızca korunmamakta, aynı zamanda güvence altına alınmaktadır. Ermeni toplumu okullarını, gazetelerini, hastanelerini ve vakıflarını işletmeye devam etmektedir. Rum cemaati, tarihi kilise ve kurumlarını faal şekilde sürdürmektedir. Süryani toplumu, yıllarca hukuki süreçlere konu olmuş mülklerinin iadesine şahit olmuştur. Bunlar “normalleşmiş nefretin” değil, çeşitliliğini korumaya kararlı bir devlet anlayışının göstergesidir.

Ancak yazı, aynı derecede önemli olan bir gerçeği tamamen görmezden gelmektedir: ABD ve Avrupa’da Müslümanlara yönelik nefret suçlarının endişe verici artışı. Almanya’da son yıllarda düzinelerce cami saldırıya uğramış veya kundaklanmış, aşırı sağcı gruplar açıkça Türk Müslümanları hedef almıştır. Hollanda’da İslam karşıtı söylem artık parlamenter düzeyde normalleşmiştir. Fransa, İsviçre, Danimarka ve İsveç’te Kur’an-ı Kerim’in yakılması ya da kutsal sembollere saldırılar “ifade özgürlüğü” kılıfıyla savunulmaktadır. Hatta burada, Amerika Birleşik Devletleri’nde Staten Island’daki Midland Beach’te Türk Amerikalılar, PS 38, IS 2 ve New Dorp High School’da birlikte büyüdüğümüz kişiler tarafından dahi ayrımcılık, taciz ve yıldırmaya maruz kalmıştır. Bunlar varsayım değil; ölçülebilir, belgelenmiş ve inkâr edilemez gerçeklerdir.

Eğer amaç dünyadaki dini düşmanlık iklimini incelemekse, seçici öfke kimseye fayda sağlamaz. Tarafsız bir değerlendirme, Müslümanların Batı toplumlarında en çok hedef alınan dini gruplardan biri olduğunu teslim ederdi. Hatta Ray Charles bugün hayatta olsaydı bile Amerika ve Avrupa sokaklarını saran nefret dalgasını ve İslamofobiyi görmezden gelemezdi. Ancak bu inkâr edilemez gerçekler tamamen yok sayılmış, yerine Türkiye’yi şeytanlaştırmaya odaklanan tek taraflı bir anlatı kurulmuştur.

En az bunun kadar rahatsız edici olan ise, topluluğumuzu böylesine açık bir çarpıtma karşısında savunması gerekenlerin sessizliğidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin New York Başkonsolosu Ahmet Yazal, tarihimize, haklarımıza ve inancımıza yönelik saldırılar kamuoyuna taşındığında cevap vermekle yükümlüdür. Sessizlik tarafsızlık değil, görevden kaçıştır. Karalama kampanyaları cevapsız kaldığında kendiliğinden meşruiyet kazanır. Ne yazık ki Sayın Yazal, bu çarpıtmalar karşısında sessiz kalmayı tercih ederek makamının sorumluluğunu yerine getirmemektedir.

Chris Eyte’nin yazısı bir insan hakları katkısı değildir. Bağlamı yok sayan, Türkiye’nin yüzyıllık çoğulculuk tecrübesini görmezden gelen ve Batı’da Müslümanlara ve Türklere yönelen nefret gerçeğini bilinçli biçimde dışlayan bir karalama kampanyasıdır. Gerçek savunuculuk dürüstlük gerektirir; bu yazı ise sadece önyargı sunmaktadır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER