2025 FIFA Kulüpler Dünya Kupası, ABD’de âdeta bir yıldızlar geçidine sahne oldu. Tribünlerde, ödül törenlerinde, gösteri maçlarında eski kıtalardan nice unutulmaz isim arz-ı endam etti. Ronaldinho’dan Kaká’ya, Trezeguet’den Materazzi’ye kadar Brezilya ve Avrupa’nın ‘vitality’ kadrosu, yeşil sahalardaki hatıraları yeniden canlandırdı. Kimi şov yaptı, kimi sadece gülümsedi. Ama bir eksik göze çarpıyordu… Türkiye yoktu.
Evet, koca turnuvada bir tane bile Türk futbol insanı davet edilmedi. Ne eski kaptanlarımızdan Tugay Kerimoğlu, ne kaleciliğiyle hafızalara kazınan Rüştü Reçber, ne kısa sürede gönüllere giren Arda Turan, ne Emre Belözoğlu, ne de Ümit Özat gibi dönemin simge isimleri çağrıldı. Oysa dünya futbolu denen sahnede zaman zaman biz de alkış aldık. 2002 Dünya Kupası üçüncülüğümüz hâlâ hafızalarda tazeliğini korurken, bu tür etkinliklerde adımızın dahi anılmaması düşündürücü.
Bir soru sormadan edemiyor insan: Bu nasıl bir lobicilik? Bu nasıl bir görünmezlik?
Amerika Birleşik Devletleri gibi algının her şey olduğu bir ülkede, futbolun dahi PR ve medya stratejileriyle yürütüldüğü bir organizasyonda, Türkiye bir kez daha kendini görünmez kılmayı başardı! Herkes vardı: Afrika’dan Asya’ya, Latin Amerika’dan Kuzey Avrupa’ya kadar pek çok ülkenin temsilcileri sahne aldı, mikrofonlara konuştu, ödüller verdi, taraftarla buluştu. Peki ya biz? Koca bir yokluk…
Dünya Kupası yaklaşıyor. 2026 yazında ABD, Kanada ve Meksika’nın ev sahipliğinde futbolun zirvesi yaşanacak. Ama daha şimdiden anlıyoruz ki sahada top koşturmak yetmiyor; kültürel temsil, hafıza üretimi ve lobi gücü olmadan futbol tarihi sizin adınıza yazılmıyor. Hele ki futbola yalnızca “saha sonuçları” penceresinden bakan bir zihniyetiniz varsa, işte böyle masaların dışında kalırsınız.
Belki de en çok sormamız gereken soru şu: Türk futbolu neden sadece maç kazanmakla ilgileniyor da, hafıza üretmekle, kültürel temsil gücüyle, uluslararası saygınlıkla ilgilenmiyor?
Eğer 2026 Dünya Kupası’nda da yalnızca grup kuralarını konuşan bir toplum olacaksak, bilin ki bu turnuva da bir “katılım kağıdı”ndan öteye geçmeyecek. Sadece sahada değil, tribünde, yayında, organizasyonda, tarih yazımında da yer almalıyız.
Çünkü sadece maç kazanmak değil, hafızada yer edinmek de bir başarıdır.
Ve ne yazık ki o hafızada Türkiye bu turnuvada yine yoktu…
Altın Kubbelerin Gölgesinde: FIFA, Suudiler ve Futbolun ABD’ye Satılmış Ruhu
13 Temmuz 2025… Yer: New Jersey. MetLife Stadyumu. Milyonlarca dolarlık ışıkların altında, Chelsea ile Paris Saint-Germain final için sahaya çıkarken, perde arkasında dönen oyun başka bir şampiyonluğu ilan ediyordu. Oyun; şeffaflığın değil, sermayenin kazandığı bir oyundu.
Finalden tam bir gün önce, FIFA Başkanı Gianni Infantino, Trump Tower’ın altın kaplama lobisinde arz-ı endam ederken sadece bir mimarinin değil, aynı zamanda futbolun düşmüş olduğu hâlin de sembolüydü. Sahte tevazuyla cilalanmış kibir, Infantino’nun gülümsemesine sinmişti. Onunki, artık bir spor yöneticisinin değil, küresel bir pazarın CEO’sunun tebessümüdür.
FIFA, Sepp Blatter döneminden bu yana kirli ilişkilerle anılır. Ancak Infantino dönemi, bu çürümüşlüğü sistematikleştiren bir evre oldu. Çünkü artık paranın geldiği yer belli: Suudi Arabistan. Ve bu para, futbolun ruhunu satın alabilecek kadar güçlü.
DAZN: “Sporun Netflix’i” mi, PIF’in Truva Atı mı?
Kulüpler Dünya Kupası’nın başlamasından aylar öncesine kadar ortada yayınlayacak bir kanal bile yoktu. BBC, Sky ve ITV gibi dev yayıncılar, turnuvaya yüz çevirmişti. FIFA yayın haklarını bedava vermeye razıydı neredeyse… derken DAZN ortaya çıktı.
Ukrayna kökenli milyarder Sir Len Blavatnik’in sahibi olduğu bu platform, görünürde rekabet dışıydı. Ama Aralık ayında aniden 1 milyar dolarlık bir teklif sundu. Peki ne olmuştu?
Cevap, Riyad’da saklıydı.
Şubat ayında Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), DAZN’ın %10 hissesini 1 milyar dolara satın aldı. Bu sadece bir yatırım değildi. Bu, oyunun kuralının değiştiği andı. Suudi sermayesi, DAZN üzerinden medya kontrolünü eline aldı. Hemen ardından, Kulüpler Dünya Kupası’nın 1 milyar dolarlık ödül havuzu açıklandı. Yani sadece turnuvayı değil, katılım motivasyonunu da parayla şekillendirdiler.
Şimdi soralım: Bu turnuvada oynayan kulüpler kimin için oynuyordu? Taraftar için mi, futbol için mi… yoksa Riyad’daki yatırım fonu için mi?
2034 Dünya Kupası: Bir Gece Ansızın…
FIFA’nın Suudi Arabistan’a 2034 Dünya Kupası ev sahipliğini vermesi de bu oyunun bir başka sahnesi. Asya kıtası dışındaki diğer aday ülkelere yalnızca 25 günlük teklif süresi verildi. Avustralya ve Yeni Zelanda gibi güçlü alternatifler, zaman baskısıyla saf dışı bırakıldı. FIFA’nın kendi koyduğu 7 stadyum kuralını, Suudi Arabistan 4 stadyumla yerine getiremezken, fazlasına sahip ülkeler görmezden gelindi.
Peki neden? Çünkü PIF, sadece DAZN’ı değil, FIFA’yı da yöneten bir iradeye dönüşmüştü. Tüm karar mekanizmalarında, görünmeyen ama belirleyici bir oyuncu artık sahadaydı.
Trump Tower’daki Tören: Bir Anlatıdan Daha Fazlası
İşte bu yüzden Infantino’nun altın yaldızlı lobilerdeki yürüyüşü, sadece bir kibir gösterisi değil. Bu, futbolun artık halkın değil, sarayların sporu olduğunun sembolü. FIFA artık futbolu yönetmiyor; sermayeye aracılık ediyorABD’de düzenlenen bu Kulüpler Dünya Kupası, aslında 2034’ün fragmanıydı. Suudi Arabistan’ın medya, finans ve spor üzerindeki küresel gücünü nasıl kullanacağını gösteren bir prova… Ve ne yazık ki dünya, bu provaya seyirci kalmakla yetiniyor.
Futbol artık futbol değil. Tribünlerde taraftar var ama karar masalarında yatırım fonları. Formanın içi hâlâ yeşil sahaya çıkıyor ama kaderi, altın lobilerde yazılıyor.
Ve eğer ülke federasyonları susarsa, bir gün çocukların ve gençliğin futbolu değil; yatırım portföylerini, tartışacak.
Yuhalanan Başkanlar, Bastırılan Sesler
Final gecesi yalnızca futbolun değil, tribünlerin de sahnesiydi. Marşlar eşliğinde stadyumun dev ekranlarında beliren bir yüz, bir anda binlerce kişinin tepkisine dönüştü: Donald Trump.
Yuhalamalar, protestolar, ıslıklar… Kimi alkışlamaya çalıştı, ama toplu refleks netti: tribünler Trump’a hoş geldin demedi.
Bu tepki birkaç saniyelik bir an değildi. Stadyumun sesi, bir hafıza gibi uzadı. Kameralar panikle başka görüntülere yöneldi. Ama tepkiler, sadece ekrandaki bir kareye değil, o karenin temsil ettiği düzene duyulan bir öfkeydi.
Maçtan yaklaşık 15 dakika sonra Trump ve Infantino birlikte sahaya çıktı. Aynı tablo tekrarlandı. Bu kez müzik sistemi devreye sokularak protesto sesleri bastırılmaya çalışıldı. Ama bastırılan sadece bir tribün sesi değil, bir çağın hayal kırıklığıydı.
“USA! USA!” sloganları eşliğinde kendilerini duyurmaya çalışanlar da vardı. Fakat stadyumun genelinde yankılanan, yuh sesleri ve öfkenin uğultusuydu. Bu uğultu, sadece Trump’a değil, onun temsil ettiği otoriterleşmiş, ticarileşmiş, halktan kopmuş futbol düzenine yönelmişti.
Çünkü futbolun ruhu, protokol koltuklarında değil; tribünde, saha kenarında, sesini kısmaya çalışanların inadında yaşar.
FIFA’nın altın lobilerinde şekillenen yeni dünya düzeni, belki ekranlardan hoş görünüyor olabilir. Ama sahadaki gerçek, ekranlarda sansürlenen yuhalamalar kadar çıplak: halkın sesi bastırılsa da, susturulamıyor.
Ve belki de bu yüzden, finalin en gerçek ânı topun ağlarla buluştuğu an değil; binlerce insanın tek bir ağızdan “Yeter!” dediği o uğultuydu.
Toplamda 1 milyar dollar ödül
Organizasyonda yer alan 32 kulüp arasında dağıtılacak toplam 1 milyar dolarlık para ödülünün 475 milyon doları sportif performansa, 525 milyon doları ise katılım payına ayrılacak. Kulüpler, turnuvaya katıldıkları için 12 ila 35 milyon Euro arasında değişen bir katılım payı alacak.
Turnuva, grup aşaması ve play-off etabından oluşan bir formatla oynanacak. Grup aşamasında her galibiyet için 2 milyon dolar, beraberlik için ise 1 milyon dolar ödül verilecek. Eleme turlarında ise ödüller kademeli olarak arttı:
- Son 16 turu: 7,5 milyon dolar
- Çeyrek final: 13,1 milyon dolar
- Yarı final: 21 milyon dolar
- Finalist kulüp: 30 milyon dolar
- Şampiyonluk ödülü: 40 milyon dolar
Toplamda 7 maça çıkacak olan ve turnuvayı şampiyon tamamlayan kulüp, sportif performans karşılığında 125 milyon dolara kadar gelir elde etmiş oldu.
YORUMLAR