Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Hasan ÇELİK

Trump Dönemi: Dünyaya Kafa Tutarak Nereye Kadar?

Donald John Trump… 2017 ile 2021 yılları arasında ABD’nin 45. başkanı olarak görev yaptıktan sonra, 2024 seçimlerini yeniden kazanarak 20 Ocak 2025’te Beyaz Saray’a döndü. Böylece ABD’nin 47. başkanı olarak görevine başladı.

Ancak bu geri dönüş, yalnızca bir politik hamle değil; yeni bir Amerikan duruşunun da ilanı gibiydi.

Trump’ın liderlik tarzı, diplomatik nezaketten çok doğrudan güç gösterisine dayanıyor. Panama’yı ABD’ye katmak gibi uçuk fikirler, Meksika ve Kanada’ya ek vergiler koyma çabaları, hatta Kanada’yı 51. eyalet yapma düşüncesi… Bunlar Trump siyaseti içinde sıradışı ama şaşırtıcı olmayan hamleler. Grönland’ı satın alma niyeti, Avrupa liderlerine karşı kullandığı küstah üslup ve NATO’ya dair şüpheleri; onun geleneksel diplomasiyle olan mesafesini açıkça ortaya koyuyor.

Peki bu çıkışlar ne kazandırıyor? Ya da daha önemlisi, ne kaybettiriyor?

Trump’ın “önce Amerika” söylemi, kısa vadeli ticari ve siyasi kazançlar sağlayabilir. Ancak uzun vadede, uluslararası ilişkilerde güven sarsıntısına, ittifaklarda çatlaklara yol açabilir. Bugün Ukrayna liderinin Beyaz Saray’da ağırlanması, Rusya’ya karşı Batı ittifakına verilen destek olarak görülebilir. Ancak Trump’ın NATO’ya dair geçmişteki tutumu düşünüldüğünde, bu destek ne kadar sürdürülebilir?

Amerika, iç kamuoyunda güçlü lider algısıyla yol alabilir. Ancak küresel ölçekte sadece güç değil; aynı zamanda öngörülebilirlik, diplomasi ve saygı da önemlidir.

Ek Vergiler, Borsa Çöküşü ve Asıl Kazanan Kim?

Trump’ın ikinci döneminde uygulamaya koyduğu yüksek gümrük vergileri, dünya ekonomisini sarsarken ABD borsalarında da ciddi düşüşlere yol açtı. Sadece üç gün içinde piyasalarda büyük değer kayıpları yaşandı. Bu durum karşısında Trump, dördüncü gün ek vergilerin uygulanmasını 95 gün ertelediğini açıkladı.

Peki bu süreçte kim kazandı, kim kaybetti?

Görünen o ki, en büyük darbeyi yine küçük yatırımcılar ve sıradan Amerikan vatandaşları aldı. Olası bir kriz senaryosuna önceden hazırlık yapan büyük yatırımcılar ise bu düşüşü fırsata çevirmiş olabilir. Kısa vadeli al-sat yapan milyarderler, bu dalgalanmalardan kazançlı çıkarken; olan yine sisteme güven duyan halka oldu.

Bazı çevreler bu süreci “kontrollü kriz” olarak yorumluyor. Önce bir tehdit yaratılıyor, ardından geri adım atılarak istikrar havası sunuluyor. Ancak kazanan hep aynı: Trump’ın çevresindeki elit sermaye grupları.

Bu noktada sormamız gereken şudur: Amerika mı kazandı, yoksa Trump’ın etrafını saran görünmez güçler mi?

Zaman gösterecek. Ama şunu biliyoruz: Büyük oyunlarda küçük hamleler, büyük kitlelere mal olabiliyor.

Sonuç: Sistem Başkanlardan Büyük

ABD’de başkanlık, bir kişinin vizyonu kadar, bir sistemin sağlıklı işleyişine de bağlı. Trump gibi sert ve sarsıcı figürler geçici olabilir. Ancak sistemin denge mekanizmaları, Amerikan demokrasisinin uzun vadeli güvencesidir. Başkanlar gelir geçer, ama sistem ayakta kaldığı sürece, Amerika hem kendini hem dünyayı yeniden şekillendirebilir.

Ancak bu şekillenme sürecinin kazananı halk mı olacak, yoksa görünmeyen güç odakları mı? İşte bu sorunun cevabı, önümüzdeki yıllarda şekillenecek Amerikan liderliğinin kaderini belirleyecek.

Trump Dönemi Amerika’sı: Güç, Algı ve Sistem Arasında Sıkışan Yeni Dünya Düzeni

Donald Trump’ın ikinci kez Beyaz Saray’a dönüşü, sadece bir siyasi geri dönüş değil, aynı zamanda Amerika’nın sistemsel yapısıyla küresel güç iddiası arasında gerilen bir ipte yürüyüşü temsil ediyor. Trump’ın siyasi üslubu, klasik diplomatik gelenekleri yerle bir eden çıkışlarla dolu. Panama’dan Grönland’a, Avrupa Birliği’nden Kanada’ya uzanan çıkışları sadece sert bir dış politika hamlesi değil, aynı zamanda “Amerikan kimliğini” yeniden tanımlama çabası olarak da okunabilir.

Ancak Trump’ın liderliğinde ortaya çıkan bu yeni duruş, Amerikan sisteminin güçlü denge mekanizmalarıyla sürekli bir çatışma içinde. Başkanlık makamı, her ne kadar dünya sahnesine yön veren bir güç gibi görünse de, ABD Anayasası’nın sıkı denetim mekanizmalarıyla çevrilidir. Trump gibi güçlü figürler, bu mekanizmalara rağmen karar alabiliyor gibi görünse de, her hamle sonunda sistemin duvarına çarpıyor.

Bir yandan “önce Amerika” doktriniyle iç kamuoyunu domine ederken, diğer yandan ek vergiler ve agresif ekonomi politikalarıyla dış dünyada sarsıntılar yaratıyor. Nitekim geçtiğimiz haftalarda uygulanan vergilerle ABD borsalarında yaşanan sert düşüş, bu politikanın topluma ve piyasalara etkisini açıkça ortaya koydu. Geri adım atılan 95 günlük erteleme, sistemin kendi içinde denge sağlama refleksini gösterse de, kazanan tarafın yine sermaye çevreleri olması düşündürücü.

Trump dönemi aynı zamanda iletişim gücünün liderlik üzerindeki etkisini de artırdı. Geleneksel basın yerine doğrudan sosyal medya üzerinden halkla kurulan ilişki, başkanlık figürünü neredeyse bir medya fenomenine dönüştürdü. Bu durum, Trump’a özgü değil belki ama onun döneminde en keskin halini aldı.

Bugün Ukrayna lideri Beyaz Saray’da ağırlandığında, bu bir ittifak mesajı gibi görünse de, Trump’ın geçmişteki NATO karşıtı söylemleriyle birleştiğinde çelişkiler zincirini daha görünür kılıyor. Amerika’nın küresel liderlik vizyonu, tutarsız mesajlar arasında erozyona uğrarken, dünyaya kafa tutan bir liderin ardında kimin kazandığı ise daha çok konuşulmaya başlıyor.

Bu yeni dönem, sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın sistemi yeniden düşünmesini gerektiriyor. Liderlik sadece bir kişiyle değil; bir sistemle, bir ideolojiyle, hatta bir algı yönetimiyle şekilleniyor. Ve bu denklemde her hareketin, küresel çapta bir yankısı oluyor.

Kısacası, yeni dünya düzeninde artık sadece şu soruyu sormak yetmiyor:

Kim yönetiyor, nasıl yönetiliyor, kim için yönetiliyor ve kim kaybediyor?

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER