“Sevgili gönül dostlarım, gazetecilik ve yazarlık her şeyi konuşmak ya da yazmak değildir. Bizler de kalemimizin el verdiği ölçüde yazıyoruz. Bazen gönlümüz çok daha derinlere inmeyi arzulasa da, elimizden sadece yazılabildiği kadarını kâğıda dökmek geliyor.”
Amerika’daki Türk toplumu, yarım asrı aşan bir göç hikâyesine sahip. İlk kuşak, valizlerine memleket özlemini, gurbetin yalnızlığını ve çocuklarının “Türk kalma” umudunu sığdırarak bu topraklara geldi. Onların hikâyesi bir yönüyle ekmek kavgası, bir yönüyle de kimlik mücadelesiydi. Ancak bugün, ikinci ve üçüncü kuşak Türk-Amerikalılar farklı bir sınavla karşı karşıya: Bir ayağı Türkiye’de, diğer ayağı Amerika’da olan gençler, “Ben kimim?” sorusunu daha yüksek sesle soruyor.
Dilin Kaybolan İzleri
Evlerde konuşulan Türkçe her geçen gün azalıyor. Çocukların Türkçeyi anlaması kolaylaşıyor ama konuşması zorlaşıyor. İngilizce, hayatın dili haline gelirken Türkçe, misafirliklerde duyulan birkaç kelimeye ya da bayram tebriğine sıkışıp kalıyor. Dilin kaybolması sadece bir iletişim meselesi değil; aynı zamanda kültürel hafızanın da silinmesi anlamına geliyor. Türkçe unutuldukça, atasözleri, türküler, dua ve ilahiler de unutuluyor.
Kültürel ve Dini Pratiklerde Zayıflama
Dernekler, camiler, kültür merkezleri uzun yıllar toplum için bir sığınak oldu. İlk kuşak göçmenler, çocuklarının buralarda hem dini hem kültürel değerlerini koruyacaklarını düşündü. Ancak günümüz gençliği, bu kurumlarla bağını giderek zayıflatıyor. Birçok dernek artık sadece aidatını kaybetmemek için mücadele ediyor. Gençlerin gözünde bu mekânlar cazibesini kaybederken, Amerikan yaşam tarzı ve popüler kültür daha baskın hale geliyor.
İki Kültür Arasında Sıkışmışlık
Amerika’daki Türk ailelerinin en büyük kaygısı, çocuklarının “benliklerini” kaybetmeden ayakta kalabilmeleri. Fakat gerçekçi olmak gerekirse, bu hiç kolay değil. Zira ikinci kuşak gençler, iki kültür arasında sıkışmış durumda. Evde Türkçe konuşması beklenen, Türk örf ve adetlerine göre davranması öğütlenen çocuk; dışarıda tamamen Amerikan bir hayatın içine doğuyor. Okulda, işte, sokakta Amerikan değerleriyle yetişiyor. Bu ikilik çoğu zaman gençleri bir tercihe zorluyor.
Bazıları ailesinin beklentilerine uymaya çalışırken içten içe Amerikan kültürüne kayıyor. Bazıları da aile bağlarını zayıflatma pahasına, Amerikan yaşamını bütünüyle benimsemeyi tercih ediyor. Sonuçta ortaya, kendisini hiçbir yere tam anlamıyla ait hissedemeyen bir gençlik çıkıyor.
Eğitim ve Gelecek Kaygısı
Birçok aile, çocuklarının iyi bir eğitim alması için ağır şartlarda çalışıyor. Ev kredisi, faturalar, yaşam pahalılığı ve yüksek eğitim masraflarına rağmen aileler çocuklarını okutabilmenin mücadelesini veriyor. Bunun meyvesini de alanlar var: Aramızda polis, doktor, diş hekimi, eczacı, öğretmen ve mühendis olan gençler yetişti. Bu başarılar toplum için umut ışığı.
Ama öte yandan bazı gençler, aile bütçesine katkı sunmak için erken yaşta okulu bırakıp iş hayatına atılıyor. Bu tercihler kısa vadede aileyi rahatlatsa da uzun vadede kimlik ve meslek açısından ciddi kayıplara yol açabiliyor.
Hayaller ile Gerçekler Arasında
Amerika’da büyüyen birçok gencin, ne Türkiye’deki akranları kadar Türkçe bilgisi, ne de dini ve kültürel eğitimi tam olabiliyor. Çocuklarımızdan bazıları, bu açığı kapatmak için bilinçli bir gayret gösteriyor. Onları can-ı gönülden tebrik etmek gerek. Ancak çoğunluğun, hayaller ile gerçekler arasında sıkışıp kaldığını görmek üzücü.
Bir başka büyük mesele ise Türkiye’ye gidip gelememek. Uçak biletleri artık büyük bir yük. Üç kişilik bir ailenin gidiş-dönüş bilet masrafı yaklaşık 5 bin dolar. Beş kişilik bir aile için bu rakam 7 bin 500 doları buluyor. Bu durum, memleketle bağların zayıflamasına yol açıyor. Oysa eskiden yaz tatilleri, çocukların Türkiye’yle bağlarını güçlendirdiği en önemli köprüydü. Bugün ise birçok genç, Türkiye’yi sadece sosyal medya videolarından tanıyor.
Kaybolan Bir Nesil mi, Yeni Bir Köprü mü?
En acı olanı, bu gidişat böyle devam ederse ilerleyen yıllarda ikinci ve üçüncü kuşak Türk-Amerikalıların ne Türkçe konuşabileceği ne de dinini, örf ve adetlerini öğrenebileceği gerçeği. İşte asıl mesele burada düğümleniyor: Türk-Amerikan toplumu kendisine şu soruyu sormalı: Biz çocuklarımıza hangi kimliği bırakacağız?
Bu soruya verilecek cevap, sadece kültürel bir aidiyetin değil, aynı zamanda toplumumuzun geleceğinin de cevabı olacaktır. Çünkü Amerika’daki Türk toplumunun yarınları, bugünkü gençlerin kimlik tercihleriyle şekillenecek.
Belki de şimdi, derneklerin ve camilerin gençleri yeniden kazanacak yeni yöntemler geliştirme zamanı. Belki de artık sosyal medyada daha aktif, çift dilli, hem Amerikalı hem Türk olabilen yeni bir kimlik modeli üzerinde düşünme vakti. Yoksa bir gün, “Türk-Amerikalı” kimliği sadece istatistiklerde kalacak, sokaklarımızda ve evlerimizde yankısını bulamayacak.
YORUMLAR