Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İbrahim KURTULUŞ

1989’un Acısını Unutmamak: Zulmün Tanığı, Umudun Sözcüsü

Bundan tam 36 yıl önce, 24 Mayıs 1989’da Avrupa’nın yakın tarihindeki en karanlık olaylardan biri yaşandı. Bulgaristan’daki Komünist rejim, ülkede nesiller boyu yaşayan Türk asıllı vatandaşları kimliklerinden dolayı hedef aldı ve yüz binlerce insanı zorla yurdundan etti. Bu büyük trajedi, tarih sayfalarına “Büyük Göç” (ya da “Büyük Sürgün”) olarak geçti. İnsanlar sadece Türk oldukları için evlerinden, işlerinden, onurlarından koparıldı; yanlarına alabildikleri birkaç parça eşya ile Türkiye sınırına sürüldü.

1989’un Mayıs ile Temmuz ayları arasında Türkiye’deydim. Gözlerimle gördüm; sınırı geçen araçlar, tıklım tıklım dolu arabaların içinde çocuklar, yaşlılar, kadınlar… Tavanlara, bagajlara bağlanmış eşyalar… Gidecekleri yeri bilmeden, arkalarında neyi kaybettiklerinin acısıyla ilerliyorlardı. Bu sahne, insan iradesinin sınandığı en çıplak haliyle, hafızama kazındı. Asla unutulmayacak bir insanlık dramıydı.

Bu sürgün edilenler arasında, o dönem genç bir birey olan ve daha sonra Türkiye’nin Bulgaristan’daki Başkonsolosu görevini yürütecek olan Reyhan Özgür ve ailesi de vardı. Onlar da tıpkı diğer binlerce Türk ailesi gibi, yıllar süren emeği, geçmişi ve umutları arkalarında bırakmak zorunda kaldılar. Zorla asimilasyon politikalarının ve kültürel yok saymanın kurbanı oldular.

Ancak acının içinden zamanla umut da filizleniyor. Takvimler 15 yıl öncesini gösteriyordu. Tam tarihini hatırlamıyorum ve New York’taki Bulgaristan Başkonsolosluğu’nda izlediğim bir film, 1989’daki acıları anlatıyordu. Bulgaristan devletine ait bir kurumun böyle bir etkinliğe ev sahipliği yapması, hafızaya ve empatiye verilen değerin bir göstergesiydi. O an, yalnızca bir sinema gösterimi değil, geçmişle yüzleşme adına atılmış samimi bir adımdı. Ve ben orada bir şey hissettim: Hafıza, sadece bir yük değil, iyileşmenin köprüsüdür.

Komünist rejimin çöküşünden bu yana Bulgaristan’da ardı ardına gelen demokratik yönetimler, daha kapsayıcı bir toplum inşa etmeye yönelik adımlar attılar. Türk azınlığın varlığını ve haklarını tanıyan bu çabalar hâlâ devam ediyor. Eksikler elbette var, ama geçmişten ders alındığına dair umut da yeşeriyor.

Benim için Bulgaristan sadece bir ülke değil. Akrabalarım, dostlarım, can yoldaşlarım… Birçoğunun ailesi bu büyük acının tanığı oldu. Onların yarası hâlâ taze. Anıları kutsal, direnişleri ise ilham verici.

Bugün, 1989’da kimliği yüzünden hayatı altüst olanları anarken yalnızca geçmişe değil, geleceğe de bakmak zorundayız. Bulgaristan ile Türkiye arasında gelişen ilişkilerin sadece ekonomi ya da güvenlik alanında değil, insan onurunun korunması, kültürel saygı ve barış içinde bir arada yaşam ilkeleri çerçevesinde derinleşmesi gerekiyor.

1989’un trajedisi, bölgemizde ve dünyada etnik nefrete asla yer olmaması gerektiğini bize tekrar hatırlatıyor. Bu acıyı anarken sadece yas tutmamalı, aynı zamanda her türlü ayrımcılığa karşı ortak bir duruş sergileme sözümüzü yenilemeliyiz.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER